Mütareke döneminde işgalciler ve işgalcilerin yerli işbirlikçileri, Anadolu´nun ve Trakya´nın birçok yerinde insanlık dışı davranışlarda bulunmuşlar, baskı ve işkencelerle Türkleri canlarından bezdirmişlerdi.
Baskılardan bunalanlar arasında kurtuluşu intihar etmekte bulanlar bile görülmüştü. Eziyet altında inleyenlerden Oflu Mehmed Şükrü Hoca gibi bazıları ise seslerini İstanbul´daki yöneticilere duyurmak istemişler, fakat feryatlarına cevap alamamışlardı. Oflu Hoca, atıldığı hapishanede Fransız askerleri tarafından işkencenin türlü şekillerinden geçirilirken, evi de Rumlar tarafından soyulmuştu.
İŞGAL, ACI GETİRDİ
Mehmed Şükrü Etendi Karesi Sancağı´nın, yani bugünkü Balıkesir´in Erdek ilçesinin Paşalimanı Adası´ndaki Paşalimanı nahiyesinde imamdı. Adadaki Rumlar ve Türkler, işgalden önce kurdukları sosyal ve ekonomik ilişkilerle samimi bir şekilde yaşamaktaydılar. Fakat Yunan istihbarat Teşkilatı´nın yıllarca süren çabasına işgalci Fransızların kışkırtmaları ve destekleri de eklenince, adadaki dostluk havası biranda tersyüz oluvermişti.
Paşalimanı´nın huzurlu ortamını bozan ve Mondros Mütarekesi?nden beş ay kadar sonra 1 Nisan 1919´da patlak veren olaylar, ileriki yıllarda İmam Mehmed Şükrü Efendi tarafından anlatılacak ve tarihe ilgi çekici bir kayıt düşülecekti.
İmam Efendi, 1 Nisan tarihinden birkaç gün önce Paşalimanı?ndaki evinden kahveye gitmek üzere çıkmıştı. Yolu, önüne çıkan üç Fransız askeri tarafından kesildi. Askerlerden bir parmağı kesik olanı imamın üzerini aradı, fakat para cüzdanını bulamadı. Aynı asker, işaret ve başparmaklarını birbirine sürtüp malum işareti yaparak parası olup olmadığını sordu. Mehmed Şükrü Efendi başıyla parası olmadığını işaret edince asker, imamın saatine el koydu.
ASKER DEĞİL, HAYDUT
Bir işgalci asker tarafından güpegündüz ve göz göre göre gasp edilmeyi gururuna yediremeyen İmam Efendi, uğradığı haksızlığı işgalcilerin subaylarına ihbar etmeye karar verdi. Fakat olay sırasında gaspçı askerin yanında bulunan diğer bir asker, rahatsızlık duyduğu hadiseyi komutanına anlatmıştı. Fransız subay, gaspçı askeri mağdur imama gönderdi ve el koyduğu saati özür dileterek iade ettirdi.
Saatin iade edilmesinden iki saat kadar sonra Sami Ağa adındaki bir ada sakininin Pola adlı Kum hizmetçisi, Mehmed Şükrü Efendi´nin yanına geldi ve Alonya köyündeki Küçük Pinaboti ile Vankinos´un, aralarında kavgaya sebep olan bir davayı çözmek için Hoca´yı hakem olarak davet ettiklerini söyledi.
ÇOCUKLAR SALDIRDI
Mehmed Şükrü Efendi daveti alır almaz Alonya Köyü´ne gitti. Davet sahibi olduğu söylenen Vankinos´u bulamayınca bir de Küçük Pinaboti´nin evine uğramaya karar verdi.
Oflu Hoca, Pinaboti´yi ararken arkasına takılan köyün küçük çocukları ellerinde Yunan bayrakları olduğu halde. "Yaşasın Yunan Kralı ve Başbakanı Venizelos; Kahrolsun Türkler; Vurun hocaya" diye bağrışmaya başladılar. Mehmed Şükrü Etendi eve vardığında Pinaboti´nin evde olmadığını öğrendi. Karısı ile çocukları, imamın arkasına takılıp gelen çocukları azarlayıp kovaladılar. Eve biraz sonra gelen Pinaboti ise hiçbir şeyden haberi olmadığını, herhangi bir davet yapmadıklarını ve bir yalanın söz konusu olduğunu söyledi.
SALDIRILAR DURMUYOR
Olan bilenden şaşırıp kalan Oflu Hoca, başına fena bir iş geleceğini anladı. Geri dönüş için izin istediğinde tekrar toplanıp bağırmaya başlayan Rum çocukları bu defa dağılacak gibi değillerdi. Pinaboti´nin azarlaması da fayda etmedi ve çocuklar gittikçe azıtmaya başladılar. Durumun çocukların dışında gelişen ve gittikçe ciddileşen bir hal aldığını fark eden Pinaboti, zarar görmemesi için İmam Efendi´ye köyün dışındaki değirmenlere kadar eşlik etti, fakat saldırılarını taş yağmuruyla devam ettiren çocukların elinden kurtaramayacağını anlayınca evine kaçtı. Tamamen yalnız kalan Hoca, atılan yüzlerce taşın hedefi haline gelmişti.
Mehmed Şükrü Efendi herhangi bir çocuğa zarar vermek için değil, sırf saldırıdan kurtulmak ve kalabalığı dağıtmak için aynı şekilde karşılık vermeyi düşündü ve kalabalığa doğru iki laş fırlattı. Korkan çocuklar bir an için dağılır gibi oldular, fakat kısa süre sonra, bu defa köyün delikanlılarının da aralarına katılmasıyla ve yaklaşık 100 kişilik bir kalabalıkla tekrar saldırıya geçtiler.
Vücudunun çeşitli yerlerine isabet eden taşlarla fena halde yaralanan imam, kalabalığı korkutup dağıtmak maksadıyla son bir çare olarak belindeki kamayı çıkarttı ve uzaktan salladı. Tedbir etkisini gösterdi ve topluluğun dağılır gibi olmasını fırsat bilen Oflu Hoca, var gücüyle koşup Paşalimanı?ndaki değirmene kaçtı. Değirmenci Eknakos, Mehmed Şükrü Efendi´yi saldırılarını sürdüren topluluğun elinden kurtarmaya çalıştı, ama başarılı olamadı.
Gençlerin ve çocukların çemberi iyice daralttıkları ve haykırarak kamayı istedikleri sırada değirmene üç Fransız askeri geldi. İmam Efendi artık kendini emniyette zannederek rahat bir nefes almıştı. Askerler de kamayı isteyince Oflu Hoca, değirmenci Eknakos vasıtası ile kamayı teslim etmekte hiçbir sakınca görmedi. Fakat askerler değirmenden uzaklaşırlarken çocukların teşviki ile tekrar geri döndüler ve kan revan içindeki imamı tutukladılar. Değirmenci Eknakos ile kardeşi Aleksi´nin sevdikleri ve saydıkları imamı kurtarmak için gösterdikleri çaba da fayda getirmedi.
İFTİRANIN BÖYLESİ
Askerler Mehmed Şükrü Efendi´yi tekme tokat Alonya Köyü´ne götürerek karakolun bir odasına hapsettiler. Paşalimanı´ndan gelen subayları da, "Askerlere niçin silah çektin?" diyerek, taşlanmaktan ve yediği dayaktan zaten iflahı kesilmiş olan imamı dayaklan geçirdi. Başından sarığını çıkararak ellerini ve ayaklarını kayışla bağladıkları Mehmed Şükrü Efendi´yi samanlığa allılar ve hakaret etmek kastıyla önüne hayvan yemi doldurdular. Elledi ayaklan bağlı ve yediği dayaklardan kımıldamaya mecali kalmayan imamı bir sefer daha dövüp çekildiler. Bir müddet sonra tercüman geldi ve bağladıkları kayışı çözerek İmam Efendi´yi Vankinos´un evine götürdü.
SÜNGÜLÜ SORGU
Fransız askerleri, Vankinos´un evinde sorguya çekildiği sırada imamın iki tarafına süngülerini, başlarındaki subay ise kafasına tabancasını dayamıştı. Subay, İmam Efendi´ye iki mavzer, bir tabanca ve bir mitralyöz sakladığından haberli olduklarını söylüyor, eğer teslim etmezse derhal öldürmekle tehdit ediyordu. İmam ise, olay sırasında üzerinde bulunan kama dışında evinde bir martini tüfek ve dokuz fişek bulunduğunu mitralyözü ve mavzeri olmadığını söylüyordu.
Ev sahibi Vankinos´un, taşlayanların arasında bulunan oğlu da imamın üzerinde kamadan başka bir silah görmediğini söyleyince Fransız subay, "Bu adamı niçin himaye ediyorsunuz? Varsın pis bir Türk eksik olsun!" diye hiddetle bağırdı. "Doğrusunu sordunuz, söyledim" diyen Vankinos´un oğlunun şahitliğini yeterli bulmayan Fransız subay, değirmenci Eknakos´u da getirtti ve sorguladı, ama ikinci şahit de bir kamadan başka herhangi bir silah görmediğini söyledi. Süngü takmış üç asker nezaretinde Paşalimanı´na götürülen Mehmed Şükrü Efendi, yol boyunca dipçiklenerek dövüldü. Hızını alamayan bir asker de imamı kaba etinden süngülemek suretiyle yaraladı. Kanlar içinde Paşalimanı?na getirilen imamın halini, meydana toplanan bütün halk seyrediyor, fakat hiç kimse bir şey yapamıyordu. Nahiye müdürünü çağıran askerler, tutuklunun kendilerine silah çektiğini, sakladığı silahları teslim etmemekle direndiğini iddia ediyorlardı.
BİTMEYEN İŞKENCE
Nahiye Müdürü Rıfat Bey ise Mehmed Şükrü Efendi´nin eşkıyadan korunmak maksadıyla edindiği bir martini tüfeğin zaten bilindiğini ve silahın resmi kayıt altında, yani ruhsatlı olduğunu söyledi.
Nahiyenin en yetkili idarecisinin şahitliğini de hiçe sayan işgalciler, Mehmed Şükrü Efendi´yi bırakmamakta kararlı idiler. Akşam olunca tutuklunun iki ayağını ve ellerini bağlayıp sonra da ipek urganla yağlı direğe sardılar ve işkence için sabaha kadar böylece tuttular. Saatte bir değişen nöbetçiler her defasında süngülerini Mehmed Şükrü Efendi´nin boğazına dayıyor ve birkaç tekme ve tokat atıp gidiyorlardı. Vücudu yediği dayaklardan iyice uyuşan İmam Elendi, kaba etinde bir gün önce açılan süngü yarasının acısını ertesi sabah gün doğarken hissetmeye başlıyor, elbiselerindeki kanı ancak fark ediyordu.
Sabahleyin tutuklunun yanına Nahiye Müdürü Rıfat Bey´le ve tercümanıyla birlikte gelen Fransız komutan, Mehmed Şükrü Efendi´yi, "Böyle bir suçu işleyenin cezasının idamdır, fakat ilk defa yaptığın ve bir din adamı olduğun için seni affediyorum" diyerek ve elinin öpülmesi şartıyla serbest bıraktı.
Çektiği büyük eziyetlerden sonra evine koşan İmam Efendi, yokluğunu fırsat bilen işbirlikçi Rumların evini tamamen yağma ettiğini görünce bir şok daha geçirdi. Evindeki 138 lira para, iki elmas yüzük, iki küpe, sekiz gömlek, üç yatak, altı çuval arpa, üç çuval mısır ile unu, nişastası, zeytinyağı, sadeyağı ve başka bazı ufak tefek eşyası çalınmıştı.
EVİ DE YAĞMALANDI
Yağmayı, Lopoğulları ile Vohoma Vipoliçooğulları yapmışlar, İmam Efendi´nin parasını, eşyasını ve erzakını Anagatostos´un evine taşıyıp taksim etmişlerdi. Yağmalanan, sadece imamın evi de değildi. Paşalimanı gümrük memurunun ve redif umumi memurunun evleri de talan edilmiş, talandan Paşalimanı Camii de nasibini almıştı. Halıları ve kilimleri çalınan caminin pencereleri kırılmış, dört halifenin adlarının yazılı olduğu levhalar parçalanmıştı. İki adet Kur´an-ı Kerim yırtılmış ve pisletilerek sağa sola atılmıştı. Hakaretle imha edilen Kur´an´ın parçaları nahiye müdürü, telgraf müdürü, divan-ı umumi müdürü ve liman reisi ile Mehmed Şükrü Efendi tarafından toplanıp temizlendi ve bir araya getirilerek koruma altına alındı.
Rum işbirlikçiler, yağma hadiselerini sadece para, mal ve değerli eşya için yapmıyorlardı. Asıl amaçları Türkleri en hassas yerlerinden vurmak, yani dini duygularına hakaretle tahrik etmekti. Nitekim Vuri Köyü´nde Ebe Hanım´ın kızının evini basmışlar ve duvarda asılı olan Kur´an-ı Kerim´i mahfazasından çıkararak dışkılarına bulamışlardı. Vuri köyündeki Müslümanlara ait hayvanlarının hepsine el koymuşlar, Ethem Ağa, Nazifoğulları´ndan Mustafa, Ahmed ve Halil ağalar ile Şâbanoğlu Mustafa ve Abdurrahman´ın evlerindeki eşyaları tamamen yağmalamışlardı.
Mehmed Şükrü Efendi´nin başına gelenlere ve Paşalimanı ile civarında yapılan şiddet, işkence, gasp ve yağma hadiselerine Mahkeme Reisi Hasan; sorgu hâkimi vekili Ahmed; savcı vekili Abdullah Efendiler de imzalarıyla şahitlik etmişlerdi. Ancak İmam Efendi´ye yapılanlar Fransızların yanına kâr kalmıştı, zira Karesi Mutasarrıflığı´nın İçişleri Bakanlığıma bildirdiğine göre, Paşalimanı?ndaki Fransız askerleri 15 Nisan 1919´da bir vapura binerek nahiyeyi terk etmişlerdi. Dâhiliye Nazırı Mehmed Ali Bey´e göre de artık yapacak hiçbir şey kalmamıştı.